Şeyh Sadi Şirazi'nin Bostan Eserinde Tevazu ve Şükür

ALT-2

Yazar
Zümrüt
Caferoğlu

Kategori
Şair

Ağustos & Eylül 2025 - Sayı 10

T.C

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ

EDEBİYAT FAKÜLTESİ

FARS DİLİ VE EDEBİYATI

Zümrüt CAFEROĞLU
Haziran 2025 – MEZUNİYET TEZİ
DANIŞMAN HOCA
Doç. Dr. Kadir TURGUT

ÖZET:

Şeyh Sâdî-i Şîrâzî’nin “Bostan” adlı eserinde işlenen “tevazu” ve “şükür” kavramlarını merkeze alarak, ahlakî öğretiyi çözümlemektedir. Eserin 5000 beyitlik hacmi; tasavvufî, siyasî ve ahlakî mesajları hikâyeleştirerek aktaran bir öğreti metni olarak değerlendirilir. Sâdî’ye göre tevazu, toprağın yaratılıştaki konumu gibi yumuşak ve alçak gönüllü olmaktır; şükür ise nimete karşı gösterilen gönül razılığı ve eylemli minnettarlıktır. Bu iki değeri hem anlatılarla hem de şiirsel örneklerle somutlaştırmakta; bireysel arınma ve toplumsal uyum arasındaki ilişkiyi tartışmaktadır. “Güzel huyluluk” ve “insanî edep” kavramlarının birey-toplum bütünlüğü açısından önemi vurgulanmaktadır.

Sâdî-i Şîrâzî’nin VASİYETİ

«Ey bizim toprağımıza, mezarımıza uğrayan ziyaretçiler: Azizlerin toprağı için olsun, şu söyleyeceğim sözleri hatırlayın: Sâdî, toprak olmuşsa da ne beis var. O, zaten sağlığında da toprak idi. Sadi, rüzgâr gibi dünyayı dolaştıysa da nihayet kendisini kara toprağa teslim etti. Çok geçmeden toprak onu yiyecek sonra da rüzgâr o toprakları dünyanın her tarafına savuracaktır. Mana Gülistanı açıldı açılalı hiçbir bülbül Sâdi kadar güzel terennüm etmemiştir. Böyle bir bülbül ölür de toprağından gül bitmezse, hayret ederim.» (1-Bostan-ŞİRAZİ 1980, s. 195)

TEVAZU HAKKINDA

«Ey insan! Cenab-ı Hak seni topraktan yaratmıştır. Toprak gibi gönülsüz, mütevazı ol. Mademki topraktan yaratıldın, ateş gibi haris, cihanı yakıcı, inatçı olma. Korkunç ateş baş çekti, yükseldi, sivrildi. Toprak ise âcizlik ve alçaklık gösterdi. (Serkeş, baş çeken ve ateşin vasıflarındandır.) Ateş yükseldiği için (kibirlendiği için) ondan şeytan yaratıldı. Toprak tevazu gösterdiği için ondan Âdem yaratıldı.» (2-Bostan-ŞİRAZİ, 1980 s.159)

Tevazuda en güzel örneklerden biri topraktır. Toprak, insana ve diğer canlılara bitkiler, sebzeler, meyveler yetiştirmektedir, insan ise toprağa zararlı kimyasallar, çöpler atmakta, üstüne basmakta, kazma kürek ile toprağı alt üst etmektedir. Buna rağmen, toprak hem insanları ve hem de çeşitli canlıları beslemeye devam etmektedir, içinden sular fışkırtmaktadır, yaprakları ile sağladığı temiz hava, oksijen, dünyada yaşamın sağlıklı ve sürekli olmasını sağlamaktadır.

BAYEZİDİ BİSTAMÎ’NİN HİKÂYESİ VE TEVAZU

«İşittim ki, bir bayram sabahı Bayezidi Bistami hamama gitmiş, gusül etmiş, çıkmıştı. Sokakta giderken birisi bir evden dikkatsizlikle Bayezidi’nin başına bir leğen kül döktü. Bayezidi’nin sarığı, sarı küle bulaşmış olduğu hâlde, elini yüzüne sürerek, Cenab-ı Hakk’a şükretti ve nefsine hitap ile: “Ey nefis! Ben ateşe layığım. Başıma kül döküldü diye kızar mıyım?” dedi.

Büyükler kendilerine bakmazlar. Kim ki kendisini görürse, Cenab-ı Hakk’ı görmeyi ondan beklemeyin. Büyüklük kendisine pâye vermek, yüksekten atıp tutmak değildir. Büyüklük, kuru dava ile, tekebbür ile olmaz. Tevazu senin dereceni yükseltir, kibir ise seni yere çakar, alçaltır. Sert huylu, kibirli kimse boynu üstüne düşer. Yücelik istersen yücelik arama.» (3-Bostan-ŞİRAZİ 1980, 161)

Bayezidi BİSTAMİ örneğinde vurgulanan tevazu; nefsin büyümesine, artmasına izin verilmemesinin, ona karşı çıkmanın ve kendinde bir varlık görmeden, razı olmanın fazileti dile getirilmektedir. Toprağa nice ekinler ekilmektedir ama aynı zamanda üstüne basılmaktadır, ezilmektedir, her türlü çer çöp ve zararlı şeyler dökülmektedir. Buna rağmen toprak, insana her mevsim nice nice sebzeler ve meyveler vermektedir.

GÜZEL HUYLULUĞUN FAYDASI HAKKINDA
HİKÂYE

«Güzel ahlaklı bir adam vardı. Bu zat fenalar hakkında da iyi söyler, onlara iyi muamele ederdi. Vefat ettikten bir müddet sonra birisi onu rüyasında gördü ve «Öldükten sonra başına ne geldi, bana anlat.» dedi. Vefat etmiş olan zat ağzını gül gibi tebessüm ederek açtı ve bülbül gibi güzel sesle dedi ki: «Ben hayatımda kimseye sert ve fena muamele etmedim. Onun için bana sert ve fena muamelede bulunmadılar.» (4-Bostan – ŞİRAZİ 1980, 193)

Güzel ahlak; insanda edebi, ilim irfanı, güzel huyluluğu, cömertliği, güler yüzlülüğü, doğruluğu, şefkati, merhameti, saygıyı, tevazuyu, yumuşaklığı, özeni, affı, sevgiyi barındıran bir bütünlüktür. S. Şirazi bu eserinde, güzel ahlaka ulaşmanın sırlarını ve yollarını sıklıkta vurgulamaktadır.

ERLERİN İZZETİ NEFSİ HAKKINDA HİKÂYE

«Kırda oturan bir kimsenin ayağını köpek ısırdı. Hem de öyle bir öfke ile ki, sanki dişlerinden zehir damlıyordu. Biçare adam gece ayağının acısından uyuyamadı. Bir küçük kızı vardı. Kız, babasının hâline acıdı. Biraz sertçe: «Babacığım, senin dişin yok muydu? Sen de onun ayağını ısırmalıydın.» dedi. Adamcağız ayağının acısından ağlarken güldü: «A benim güzel anacığım. Evet, benim de dişim var. Hem de köpeğin ayağını ısırmaya gücüm yeterdi.

Fakat ağzımın, dişimin köpeğe dokunmasına gönlüm razı olmadı. Bu iş o kadar iğrenç, o kadar ağırdı ki, birisi eline kılıç alıp şu köpeğin ayağını ısıracaksın, yoksa başını keserim dese, yine o işi yapamam.» Köpek yaradılışta kötüdür. Fakat insan olan köpeklik yapmaz.» (5-Bostan-ŞİRAZİ 1980, 174)
Yaşam süreci içinde başımıza insan kaynaklı ya da insan dışı canlılar tarafından, iyi ya da iyi olmayan, zararlı şeylerin gelebileceği dile getirilirken, öyle bir durum karşısında insanın, zarar gören dahi olması hâlinde, hoşgörülü bir tutumla, karşılık verilmemesinin daha hayırlı olduğu, altı çizilerek vurgulanmaktadır.

LOKMAN HEKİMİN TAHAMMÜLÜ

«İşittim ki, Lokman Hekim siyahî imiş. Şişman olduğu gibi, nazik vücutlu da değilmiş. Bir gün Lokman bir yerden geçerken, birisi onu kaçan kölesine benzetmiş: «Gel bakalım!» demiş, onu tutmuş, bırakmamış. Bir sene ona cefa etmiş, cevretmiş ve bir sene çalıştırarak bir ev yaptırmış. Bir sene sonra kaçan köle pişman olmuş. Efendisinin yanına gelmiş, özür dilemiş. Fakat efendisi Lokman’a haksızlık etmiş olduğu için, Lokman’dan fena hâlde korkmuş. Lokman’ın ayağını çözmüş, özür dilemiş.

Lokman gülmüş: «Özrün faydasızdır. Çünkü bir senedir bana kan yutturdun, ettiğin ezalar cefalar iki söz ile gönülden nasıl çıkar? Böyle olmakla beraber, ey iyi adam, seni affediyorum. Çünkü sen beni çalıştırdın, müstefit oldunsa da benim de ayrıca istifadem, kârım var. Sen kârlısın çünkü bedava bir ev yaptırdın. Ben de kârlıyım çünkü ilmim, irfanım, tecrübem arttı. Benim de kölelerim vardı. Onlara zaman zaman ağır işler gördürürdüm. Şimdi çamur işlerinde çalıştığım, zahmetin ne demek olduğunu öğrendiğim için bundan sonra kölelerime ağır iş teklif etmem.» demiş. Böyledir: Her kim büyüklerin cevrini çekmezse küçüklere, âcizlere gönlü yanmaz. Eğer büyüklerin sözleri sana ağır geliyorsa, elin altındakilere sertlik yapma.» (6-Bostan- ŞİRAZİ 1980, 187-88)

Başa gelebilen iyi veya iyi olmayan şeyler, tecrübe edilmiş olarak bir öğretici misali, ilgili kimseye çok şey kazandırmaktadır. Büyükler, kişiye ayna tutarak, fayda sağlayan tavsiyelerini zaman zaman ağır sözlerle de dile getirirler. Lakin marifet; büyüklerin sözünü dinlemek, iyi yolu gösterenlere kulak vermek ve iyiliğe, güzele yönelebilmektedir.

CÜNEYDİ’NİN TEVAZUU, HİLMİ HAKKINDA

«Cüneydi Bağdadî, Sanan Çölü’nde gezerken bir av köpeği görmüş. Bakmış ki dişleri dökülmüş, arslanlara saldıran pençesinde kuvvet kalmamış, miskinleşmiş, kocamış tilkiye dönmüş. Vaktiyle yaban öküzlerine, geyiklere atılır, onları tutarken, şimdi ev koyunlarından tos yemeye başlamış.

Cüneydi o köpeği öyle miskin, hâlsiz görünce kendi ağzından ona bir parça bir şey vermiş. Ve bu köpeğe karşı ağlayarak şu sözleri söylemiş: «Köpek, bilmem yarına ikimizden hangimiz daha iyi çıkacak? Zahire bakılırsa, bugün insan olduğum için ben senden iyiyim. Fakat bilmem ki kazâ başıma ne getirecektir. Eğer imanımın ayağı kaymazsa, başıma Cenab-ı Hakk’ın affı tacını giyeceğim. Eğer üzerimdeki marifet kisvesi soyulacak olursa, senden çok aşağı olacağım.

Köpek ne kadar kötü huylu olursa olsun, onu cehenneme götürmezler. Sâdi! Hak yolunun erleri kendilerine, büyüklük vermezler ve kendilerini köpekten daha iyi tutmadıkları için, şerefçe melekleri geçerler.» (7-Bostan-ŞİRAZİ 1980, 188-89)

Nefsini terbiye etmemiş kibirli bir kimsenin kendisine de başkalarına da çok zararı olabilmektedir. Lakin kendilerini, nefislerinin hâllerini bilen, onları güzelleştirmiş, faydalı hâle getirmiş arifler, hak yolcuları, kendilerinde hiçbir varlık görmezler, her bir varlığa birlik nazarıyla bakarlar.

HİKÂYE

«Bir kobuzcu bir gece sarhoştu, kobuzunu koltuğuna almış, gidiyordu. Yolda bir âbide rast geldi. Sarhoşlukla kobuzu âbidin başına çaldı, kobuz kırıldı. Gündüz olunca, hâlim, selim olan âbit, bir avuç gümüş para aldı. Kobuz parası olmak üzere o taş yürekli kobuzcuya götürdü. Ona, «Arkadaş, dedi, dün gece sarhoş idin. Sarhoşlukla senin kobuzun benim başımda kırıldı. Başımın yarası geçti, korku kalmadı. Hâlbuki senin kobuzun ancak para ile tamir olunur. Şu parayı al, kobuzunu aâmir ettir.» dedi. Başlarına halktan cefa taşları yağdığı için, Tanrı dostlarının baş üstünde yerleri vardır.» (8-Bostan-ŞİRAZİ 1980, 189)

Başa gelen her şeyin, iyinin de kötünün de bir sebeple, bir hikmetle geldiğine iman eden arifler, Allah’ın her verdiğine razı olmuş kimselerdir. Kendilerinden ya da başkalarından dolayı bir kimsenin zarar görmesine kalpleri dayanmaz, ne yapar eder bir hâl çaresi bulurlar, iyileştirmeye, düzeltmeye çalışırlar.

EMİRÜL MÜMİNİN HAZRETÎ ALI’̇NİN, TEVAZUU
HAKKINDA HİKÂYE

«Birisi müşkül bir meselenin hâlli için Hazreti Ali’ye müracaat etti. Şehirler fetheden, düşmanları bağlıyan, İslâmların Emiri Hazreti Ali, o husustaki bilgi ve düşüncesini söyledi. O mecliste hazır bulunan bir şahıs, Hazreti Ali’nin cevabına itiraz ile: «Ya Ebul hasen! Bu müşkülün cevabı buyurduğunuz veçhile değildir» dedi. O şahsın itirazına, büyük namdar, ilmi ve kemali herkesçe müsellem olan Hazreti Ali incinmedi. O şahsa: «Pekâlâ, daha iyi bir hâl çaresi bilirsen söyle.» dedi. Bunun üzerine o şahıs bildiğini söyledi ve doğrusunu söylemek lâzımsa, meseleyi pek güzel hâlletti. Hakkı söylemek, hakkı kabul etmek bir vazifedir. Güneş çeşmesi balçık ile sıvanmaz.

Şahı Merdan Hazreti Ali, o şahsın cevabını pek beğendi ve orada bulunan cemaate hitap ile: «Ben yanılmışım, yanılmamak, insanların fevkinde olan, ancak bir Tanrı’ya mahsustur. Bu zat daha iyi cevap buldu, daha doğru söyledi.» dedi. Böylece bir itiraz, büyük bir makam sahibi birisinin sözüne karşı yapılsaydı, kibrinden onun yüzüne bakmadığı gibi, büyüklerin huzurunda söz söylemek terbiyesizliktir, bir daha böyle edepsizlik etmeyesin, der ve adamlarına emreder, onu huzurundan kovdurur, hem de haksız yere onu dövdürürdü.

Arkadaş! Kimin başında büyüklük, benlik varsa onun hakkı, hakikati dinleyeceğini zannetme. Böyle benlik sahibi kimseler ilimden usanır; nasihatten arlanırlar. Evet, ne kadar yağmur yağsa, taş üzerinde gelincik çiçeği bitmez. Eğer sende fazilet denizinin incileri varsa hayli, kibirden, benlikten âzade olan kimselerin ayaklarına dök. Görmez misin gül, kendisini hakir gören kara toprakta biter. Kendisini büyük gören kimse, kendisinden daha büyük kimse görmediğinden, gözü kimseyi görmez. Ey hakîm! Etek dolusu incilerini benlikle dolmuş kimselerin üzerine saçma. Sen kendini övme; seni eller övsün. Eğer sen kendini översen, başkalarından methü sena bekleme.» (9-Bostan-ŞİRAZİ 1980, 191)

Büyüklüğün, yüce olan Allah’a aitliği malumdur. Alemde var olan her şey Allah’a bir şekilde kulluk etmektedir. Güzel olan, iyi olan, kulun kalbini ve zihnini güzel ve faydalı şeylerle bezeyebilmesidir. Bunun için, kişinin kendini bilmesi önem kazanmaktadır. Öncelikle kişide iyi olmayan hâllerin bilinmesi, tanınması, daha sonra da onları teker, teker, iyileştirecek, güzelleştirecek yolların tespit edilmesi ve iyileştirmesidir. Hoşgörünün, bilginin, edebin, cömertliğin arttırabilmesi durumuna gelinebilmesidir. Her bir anın, her bir vesilenin daha iyiye, daha güzele ulaşması için bir kulun, yüksek bilinç ve idrak seviyesine ulaşabilmesidir.

EMİRÜLMÜMİNİN HAZRETÎ ÖMER’İN
TEVAZUU HAKKINDA HİKÂYE

«İşittim ki, daracık bir yerde, Hazreti Ömer kazara bir fakirin ayağına basmış. Fakirin ayağı acımış, ayağına basan zâtın, Hazreti Ömer olduğunun farkına varmamış. Böyledir: canı yanan kimse, dostu düşmandan farkedemez. Fakir kızmış, Hazreti Ömer’e: «Kör müsün?» diye haykırmış. Bu hakarete karşı âdil reis Ömer: «Kör değilim fakat kaza oldu, bilmeyerek basmışım. Kusurumu affet.» demiş.

Bunlar ne kadar insaflı din ulusudurlar ki, halka karşı böyle gönülsüzlük, kibirsizlik olmadan, samimiyetle hareket etmişlerdir. Hakikatte akıllı, seçme insanlar mütevazi olurlar, meyvesi çok olan dal, başını yere doğru eğer. Hayatında tevazu gösterenlerin başları yarın kıyamet gününde çok yükselir; burada kafa tutanlar ise yarın utançlarından başlarını yere eğerler. Arkadaş! Eğer sen hesap gününden korkuyorsan, senden korkan insanların hatırından geç. Ey aşağılık insan! Elin altındakilere sitem etme. Unutma ki el üstünde el vardır. » (10-Bostan-ŞİRAZİ 1980, 192-93)

Tevazu, hoşgörü, cömertlik, her şeye değer verebilmenin, sevmenin, korumanın bilinci ve fazileti, güzelliği ve nice başka güzellikler, yaradan tarafından her insana nakşedilmiştir. İnsanın kendisinde var olan cevherlerini ortaya çıkarması hâlinde, güzel ve faydalı hâle getirmesi, bir insanlık ve kulluk vazifesi olarak idrak edilmesi hâlinde, zorluklar kolaylaşır, sorunlar giderilir, dirilik, huzur ve birlik ortamına kolaylıkla ulaşılabilir.

Buğdayla dolu bir başağın başı eğik olduğu gibi, arif kişilerin de başı büyük bir tevazu ile eğiktir, herkese karşı cömert ve affedicidirler. Var olan her şeyde yüce sanatkârın, yaratıcının sanatını görürler, değer verirler, korurlar. Böyle kimselerin durumu, kıyamet gününde de pek güzel olur. Lakin kibirlilerin, zalimlerin, cimrilerin, merhametsizlerin, hırsızların, haram kazanç sahiplerinin ve haram lokma yiyenlerin hâlleri, başları kıyamet gününde nice olur, onu ancak yüce Allah bilir.

GÜZEL HUYLULUĞUN FAYDASI HAKKINDA
HİKÂYE

«Güzel ahlaklı bir adam vardı. Bu zat fenalar hakkında da iyi söyler, onlara iyi muamele ederdi. Vefat ettikten bir müddet sonra birisi onu rüyasında gördü ve «Öldükten sonra başına ne geldi, bana anlat.» dedi. Vefat etmiş olan zat ağzını gül gibi tebessüm ederek açtı ve bülbül gibi güzel sesle dedi ki: «Ben hayatımda kimseye sert ve fena muamele etmedim. Onun için bana sert ve fena muamelede bulunmadılar.» (11-Bostan-ŞİRAZİ 1980, 193)

Güzel ahlak; edebi, cömertliği, güler yüzlülüğü, doğruluğu, şefkat ve merhameti, saygıyı, tevazuu, yumuşaklığı, affı ve sevgiyi barındıran bir bütündür. Bu özellikler ile yaşamını sürdürebilenler, her kese, her yerde ve her zaman, ayırımsız sevgi ve saygı ile gönülden muamele eden kimselerdir.

ŞÜKÜR HAKKINDADIR

«Dosta şükür için söz söyleyemiyorum. Çünkü ona lâyık şükrü bilemiyorum. Vücudumdaki her kıl onun bir ihsanıdır. Nasıl mümkün ki her bir kıl için şükredeyim. Ne kadar methi sena varsa bağışlayıcı Tanrı’ya mahsustur. Çünkü o, kullarını yoktan var etmiştir. Onun ihsanını vasfetmeye kimde kudret var? Çünkü ne kadar vasıflar varsa, onun şanında müstağraktır. Bir yaratıcıdır ki, çamurdan insan yaratmış; ona can, akıl, gönül bağışlamıştır. Baba belinden, ta ihtiyarlığın sonuna kadar bak sana gayb hazinesinden neler ihsan büyürmüştür.

Seni yarattığı zaman temiz olarak yaratmıştır. Aklını topla, toprağa kirli girmek ayıptır. Gönül aynasından tozu durmadan sil. Çünkü pas tutacak olursa, cila kabul etmez. Çalışıp bir iyilik elde ettiğin zaman kendi bazunun zoruna güvenme. Ey kendisine tapan kimse! Niçin Hakkı görmüyorsun ki, kolunu, elini harekete getiren odur. Çalışıp bir iyilik ettiğin zaman, onu Cenab-ı Hakk’ın tevfikinden bil; kendi çalışmandan bilme. Kol kuvvetiyle kimse topu çelemez. Cenab-ı Hak seni ona muvaffak etmiştir. Ona hamd et. Sen kendi kendine kalsan, bir nefes ayakta duramazsın. Daima sana gayıbten medet yetişir.» (12-Bostan-ŞİRAZİ 1980, 254)

Bize iyilikle, güzellikle yaklaşan, yardımcı olan, kimselere teşekkürü borç biliyoruz. Ya bu insanları bizim için vesile kılan, bizi insan olarak ve âlemleri, içinde ne varsa her şeyi, bizler için yaratan Allah’a şükrümüz nicedir? Kulluğumuz nasıldır? Diğer canlılara ve doğaya, yeryüzünün birer halifesi olarak insan, verilen görev ve sorumlulukları ne denli yerine getirebilmektedir?

En üstün varlık olarak yaratılan insanın, Allah’a sığınarak, Allah’tan yardım dileyerek, daim kullukta, doğrulukta, iylilikte ve gayrette olması hâlinde, Allah kendisine ve başkalarına faydalı olabilecek dereceye kulunu ulaştıracaktır.

ZÜNNUN MISRÎ İLE TEVAZUUNUN HİKÂYESİ

«Hatırımdadır ki, Nil Sekkası bir yılın suyunu Mısır’a sebil etmedi, yani taşımadı. Yağmur duası için birçok insanlar dağlara çıktılar. Feryat ederek yağmur istediler. Belki hâllerine acır da gökyüzü ağlar diye ağlaştılar, gözlerinin yaşları ırmak gibi aktı. Fakat ancak göğün gözü sulandı: Lakin yağmur yağmadı. Mısır halkından birisi Zünnun Mısri’ye koştu: «Halk mihnet içindedir. Sıkıntı pek çoktur. Şu âciz insanlar için dua buyur. Çünkü Cenab-ı Hak sevdiği kullarının dualarını reddetmez.» dedi. İşittim ki, bu müracaat üzerine Zünnun Medyen şehrine kaçtı. Gidişinden yirmi gün geçtikten sonra ihtiyar Zünnun, kara gönüllü bulutun ağlamış olduğunu ve havuzların bol sularla dolmuş olduğunu haber aldı. Haber alınca Medyen’de duramadı, Mısır’a döndü.

Bir ârif, Zünnun’a gizlice sordu: «Halk senden dua istedi, sen dua etmedin. Kalktın Medyen’e gittin. Bundaki hikmet nedir?» dedi. Zünnun şöyle cevap verdi: «İşittim ki, kötülerin kötü işleri yüzünden kuşların, karıncaların, yırtıcı hayvanların rızkları darlaşır. Sonra memleket halkını tetkik ettim. İçlerinde benden daha günahkâr bir kimse göremedim. Anladım ki, bu kıtlık, bu yağışsızlık benim yüzümden oluyor. Halka benim fenalığım dokunuyor. İyilik kapısı benim şerrimden kapanıyor. Halkı darlıktan kurtarmak için içlerinden çekildim.»

Arkadaş̧! Büyüklük lazım ise herkese hürmet et. Kimseyi kendinden daha fena görme. Büyükler böyle yaparlar. Sen kendini hiçe saymadıkça, insanlar katında aziz olamazsın. Kendini küçüklerden sayan, büyük dünyada, ahirette, büyüklüğe nail olurlar. Bu toprak yığınında (dünyada) en temiz kul, en aşağılık bir köleye hâki pay olan kimsedir. (13-Bostan- ŞİRAZİ 1980, 193-94)

Güzel ahlak; edebi, cömertliği, güler yüzlülüğü, doğruluğu, şefkati, merhameti, saygıyı, tevazuu, yumuşaklığı, affı ve sevgiyi barındıran bir bütündür. Tevazu sahibi ve bu özellikler ile yaşamını sürdürebilenler, herkese ayırımsız sevgi ve saygı ile, gönülden muamele edebilenlerdir.

Kalbi; kibir, haset, kin, nefret, yalan-dolan, hile ve haram lokma karartır. Kalbi kararan kimseler ise kendilerini herkesten daha üstün görebilirler, başkalarına olduğu kadar, kendilerine de büyük zararları dokunabilir. Ama arif kimseler, kendilerinde varlık görmezler, gayri nizami ve insanlığa zararlı bir durum farkettiklerinde, sebebini öncelikle kendilerinde ararlar ve iyileştirmek, düzeltmek için bir hâl çaresi bulurlar.

HİKÂYE

«Birisi çocuğun kulağını burdu, ona şöyle dedi: «Şaşkın, bedbaht çocuk. Ben sana kazmayı, odun kır diye verdim. Mescidin duvarını yık demedim.» Dil şükür, hamd içindir. Hakşinas olan kimse onunla gıybet etmez. Kulak, Kur’an ve nasihat dinlemek içindir. Bühta, bâtıl dinlemeye çalışma. İki göz Cenab-ı Hakk’ın âsan kudretini görmek içindir. Kardeşinin, dostunun ayıbından göz yum.» (15-Bostan-ŞİRAZİ 1980, 258)

Çocuklar evlerinde, anne babadan ve çevreden ne görürlerse onu öğrenir ve çoğu zaman yetişkin olduklarında, çocuklukta öğrendikleri ile yaşamlarına devam ederler. Bu sebepten ebeveynlerin, yakınların ve yetişkinlerin, her hâlleri ile çok iyi ve doğru örnek olmaları, gördüklerini ve duyduklarını yapan çocuklar için çok önemlidir. Günümüzde, ebeveynlere, aile yakınlarına, etraftaki insanlara ve eğitim kurumlarına; iyi insan, faydalı, bilinçli ve bilgili insan yetiştirebilmek için çok işler düşmektedir.

HİKÂYE

«Bir fakih, yere düşmüş bir sarhoşun yanından geçti. Kendisinin iyi hâlli olmasından dolayı, gururlandı; sarhoşa göz ucuyla olsun bakmadı. Sarhoş başını kaldırdı, ona şu sözleri söyledi: «Hey iyi adam! Nail olduğun nimetten dolayı Cenab-ı Hakk’a şükret. Sakın kibirlenme. Çünkü kibirden, mahrumluk hâsıl olur. Birisini zincir içinde gördüğün zaman gülme. Olmaya ki sen de düşesin. Mümkün değil midir ki yarın sen de benim gibi sarhoş olup yıkılasın. Felek sana mescidi mukadder etmiş, çok güzel: Fakat kiliseye giden diğerlerine tan etme. Belki mecusi zünnan bağlamadığın için şükret, namaz kıl, el bağla. Kime ki Cenab-ı Hak diler, ona inayet ederse lûtfüyla onu çekerek götürür. Bunun içindir ki Cenab-ı Hakk’tan tevfik, inayet dilemek lâzımdır.» (16-Bostan-ŞİRAZİ 1980, 263)

Kültürümüzde güzel bir söz vardır: “Gülme komşuna, gelir başına.” Yaradan herkese ayrı bir istidat, ayrı bir görev, farklı bir idrak vermiştir, her bir kişiye bir kader tayin etmiştir. Bilmek, öğrenmek için akıl vermiş ve dinlere göre, özel peygamberler göndermiştir.

İslam dinimizin anlamı teslimiyettir. Peygamber efendimize (a.s) pek iyi niyetli olmayan biri “İslam dini nedir ya Muhammed?” sorusunu sormuştur. Cevabını “Güzel ahlaktır.” olarak almıştır. O kimse defalarca, bir ön tarafına, bir arka tarafına, bir soluna, bir sağına geçerek aynı soruyu tekrarlamış ve her defasında aynı cevabı almıştır. Artık vazgeçip, sorması durunca, peygamber efendimiz (a.s) “Gördün mü, sorularınla ne yaptıysan beni kızdıramadın, bezdiremedin, çünkü İslam güzel ahlaktır.” cevabını vermişlerdir.

“Ne ekersen onu biçersin.” atasözümüz de iyilik yapanın karşılığını iyilikle, tersini yapanının karşılığını da daha bu dünyada kötülükle alacağı malumdur.
___________________________

BOSTAN-GÜLİSTAN 12. BASKI. Can Kitapevi-Konya.
(Tercüme eden Kilisli Rıfat Bilge)

– Şirazi, 1980 s. 195
– Şirazi, 1980 s. 159
– Şirazi, 1980 s. 160-161
– Şirazi, 1980 s. 193
– Şirazi, 1980 s. 174
– Şirazi, 1980 s. 187-188
– Şirazi, 1980 s. 187-188
– Şirazi, 1980 s. 188-189
– Şirazi, 1980 s. 189
– Şirazi, 1980 s. 191
– Şirazi, 1980 s. 192-193
– Şirazi, 1980 s. 193
– Şirazi, 1980 s. 254
– Şirazi, 1980 s. 193-194
– Şirazi 1980 s. 258
– Şirazi, 1980 s. 258-263