Nücum
Bembeyaz tavanla bakışıyorduk, bana burada ne işim olduğunu sorar gibiydi. Esas benim ona sormam gerekirdi ya. Tavan düz kırık beyaz rengindeydi ve oldukça yüksekti. Gözlerim, merak ve şaşkınlıkla aşağıya inerken duvar kağıdını incelemeye başladım, tüy simgeleri vektörel bir biçimde açık gri duvar kağıdını okşuyordu narince. Klasik bir oturma odasına benziyordu: koyu gri kanepeleriydi yalnızca odaya sahip çıkan.
Bir anda üzerime bir insan geldi ve atladı, benim boynumdaki kolyeyi sökmeye çalışıyordu. Boynumda kolye olduğunu o zaman farkettim. Onu durdurmak isterken kendi kolyesini yanlışlıkla kopardım,bilerek de olabilir, kolyesi kopunca durdu, sakin birisine dönüştü. Sonra tek tek üzerime gelen tüm insanların kolyesini kopardım. Kolyeler aynıydı ama çok değerli ve muntazam görünüyordu. Bakışmamızı sonlandırdım, odanın içine bakmaya başladım, bir sürü insan vardı; hepsi yabancı. En azından sakinleştiler diye söylendikten sonra kapıyı tam açacakken dışarıdan çığlıklar yükseldi. Neler olduğunu idrak edemezken bir çığlık daha yükseldi bu kez anlaşılırdı. “ROBOTUMSU VARLIKLARDAN KAÇ!” Nasıl yani, robotumsu varlık ne ki? Hemen kapıyı açtım. Etrafı detaylıca inceleyemeden herkes koşuşturmaya başladı, bir şey üzerime doğru geliyordu, alelacele kolyeleri de alıp odadan çıktım. Bembeyaz halıfleksin üzerinde koşarken bam bam sesler çıkıyordu. Arkamda kesinlikle birisi vardı koridorda, nefes nefese bir odaya girdim, tuvaleti vardı; ivedilikle girip kilitledim kapıyı. Tuvalette soluklanırken etrafı inceleme fırsatım oldu. Burası bir malikane gibiydi, yerlerdeki halıfleks yüzünden otelimsi bir havası vardı. Bir önceki oda gibi duvarlar açık gri duvar kağıdı ile gizlenmişti, bu yüzden lüks bir malikaneye daha çok yatkınlığı vardı. Ben düşüncelerle boğuşur, neler olduğu hakkında kendimle muhakeme ederken odaya birisi girdi, robotik hareketlerinin sesi geldiğinden onun korumalardan birisi olduğunu hemen anladım. Onlara bu ismi verdim çünkü koruma gibilerdi lakin neyi kimden korudukları belli değildi. Kaçmaktan inceleyemesem de gri yapılı büyük insan silüetindeki mekaniklerdi. Tekrar ses yükseldi ama bu sefer o korumaların sesiydi, robotik bir ses yani, “1000’ e kadar sayacağız saklanın.” Ne oluyor oyun mu oynuyoruz yani! Ben oyun istemiyorum, insan bir sorar diyeceğim ama robot onlar…
Ben düşünürken herkes kaçıyordu, hemen kendimi toparladım odadan çıktım, koşarak az önce görüğüm ama nedensizce oraya gitmediğim merdivenlerden aşağı indim: bir kat, iki kat, üç kat…Dördüncü kata indiğimde ses 900 diyordu. Ciğerlerim yorulmuş, dalağım şişmiş ve diyaframım ağrır halde bir ayna gördüm tam arkamda, bir korumanın sesini duyduğum anda vestiyerdeki ayna döndü ve içeriden bir kol beni diğer tarafa çekti. Kalçamın üzerine düşüverdim, arkamı hışım ve minnetle döndüğümde kimse yoktu. Nasıl, ben hangi şekilde geldim o zaman? diye düşünürken etrafa bakıyordum. Çok sessizdi, halıfleks bu sefer tam otellerdeki gibi kırmızıydı. Duvarlar beyazın üzerinde şık siyah işlemeliydi. Etrafta dolaplar vardı, oldukça asil görünüme sahipti. Içeride gezinmeye başladım. Bir kadın gördüm. Esmer, kısa, dalgalı saçlı, hafif balık etli ama oldukça güzel kıvrımları olan bir kadındı. Onunla konuşmak istedim ama beni görmedi. Vitrinlere göz gezdirdim, porselenler; çiniler, vazolar… Mimarisi çok güzeldi evin. Ne kadar güzel bir yer diye düşünürken aklım bir anda başıma geldi. Yine neredeyim! Nereden geçtim buraya Yeter artık! diye hayıflanmaya başlayacakken koridorda saçı at kuyruğu, taytlı, spor hocası giyimli kadınlar bana doğru gelmeye başladı “Bin şınav, bin şınav çeksin herkes.” diye bağırıyordu. Bir odaya kaçacakken arkamdan geldiler. Odanın halıfleksiydi ilk gözüme çarpan, açık pembe rengindeydi. Deli mi ne, ben çekemem desem de yatırdılar yere, çekmezsem öleceğimi söylediler. Açık pembe halının üzerinde şınav pozisyonu aldım, her şınav çektiğimde kaslarım parçalanıyor gibiydi. Şınav çekerken önümde alfabetik harfler vardı, her şınavımda birisi yok oldu. Hem şaşkınlık hem yorgunluk bedenimi azgın bir virüs gibi sarmışken tüm harfler yok oldu ve içeri hemşire kıyafetli birisi girdi, harfler ile ismimi yazdı. “Artık dur, gitme vakti; sen kazandın.” dedi.
Etrafı beyaz bir nur kapladı, sesler arttı yavaş yavaş odayı terk ettiğimi ve küçüldüğümü hissettim. İnsanoğlu ilk sınavını verdi ve doğdu. “Aynadan kolyelerle geçtiğinde ilk sınavını verdin: aynaya gidince döllendin, aynadan geçerken rahme düştün, şınavını çekerken büyüdün, şimdi ise doğma vakti” dedi melek.
“Ben doğmak istemiyorum ki seni bırakamam, hem beni buraya ne ara getirdiniz?” dedim.
“Bunu sen seçtin, bir söz verdin; sözüne riayet et.” dedi. Böylece insanoğlu ilk kez orada, dünyayı seçerek kendine yenildi.