Neyzen Tevfik

Yazar
Bir Avuç Nefes

Kategori
Yazar

Mart 2024 - Sayı 3

Asıl adı Mehmet Tevfik Kolaylı 24 Mart 1879 tarihinde Bodrum, Muğla’da doğdu. Taşlamalarıyla öne çıkan Türk neyzen (ney çalan kimse) ve şair olan Neyzen Tevfik çeşitli taksimler ve saz semailerinin bestecisi olarak da bilinir.

Bodrum’daki çocukluk yıllarında babası ile birlikte gittikleri kahvede vakit geçiren Tevfik’in dikkatini kahveye gelen dervişlerin üflediği ney dikkatini çekti. Ancak babası eğitim hayatını olumsuz etkilenmesinden korktuğu için Tevfik’in ney çalmasına izin vermedi. Çocukluk arkadaşlarından Avram Galanti, Tevfik’in düdükler yapıp çalarak civardaki çocukları etrafında topladığını ve ilham kaynağının deniz olduğunu anlatır. Bir yandan şiire olan ilgisi de çevresinden duyduğu hâlk hikâyeleri vasıtasıyla bu erken yaşlarda başlamıştı.

Babasının tayini üzerine 1892 yılında Urla’ya göç ettiler. Ertesi yıl tanıştığı berber Kazım’dan ney dersleri alan Tevfik aynı yıl ilk sara nöbetini geçirdi. Ömür boyu peşini bırakmayacak olan sara hastalığına burada yakalandı. Okulu bırakmasına sebep olan ve ilk önce neyin sesi yüzünden olduğu sanılan hastalığın tedavisi için annesi birçok doktora ve hocaya danıştı fakat sonuç alamadı. En sonunda hastalığı kontrol altına almayı başaran, annesinin götürdüğü İstanbul’da Pepo adlı bir doktor oldu. Doktor “fazla üzerine gidilmemesi gerektiğini” ve “en çok hoşlandığı şeyleri yapmasına izin verilmesi” gerektiğini söyledi. Bu sayede hem hastalık bir nebze kontrol altına alındı, hem de bu ona “Neyzen” lakabını kazandıracak olan neye devam etmesini sağladı.

İzmir Mevlevihanesi’ne giderek kendini neyine verdi. İzmir’in bu yıllarda istibdat yönetimi tarafından sürgün yeri olarak kullanılmasının neticesinde, kovulan aydınların uğrak yeri olan bu mevlevihanede Tokadîzâde Şekib Bey, Tevfik Nevzat, Şair Eşref ve Ruhi Baba gibi ünlü kişilerle tanıştı. Türkçe, Arapça ve Farsça dersleri aldığı bu kişilerden Şair Eşref, aynı zamanda ona hicvi öğretti. Bu sayede 13 Mart 1898’de Muktebes dergisinde ilk şiirini yayımlattı. Ney üflemedeki şöhreti yayıldıkça gidilen yemekli toplantılarda içkiye de başladı.

1898’de İstanbul’a gitti ve babasının arkadaşı Mûsâ Kâzım Efendi’nin o sıralarda müderris bulunduğu Fethiye Medresesine girdi. Tanıştığı Mehmed Âkif’ten Arapça, Farsça ve Fransızca dersleri aldı, o da Âkif’e ney dersleri verdi. İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Uşakizade Hâlit Ziya, Ahmet Rasim, Tevfik Fikret, Tanburi Cemil, Yunus Nadi, Udi Nevres ve Hacı Arif Bey gibi isimlerin arasında kendini geliştirme fırsatı bulan Tevfik, 1900’de bir plak doldurma girişiminde de bulundu. Gülistan Plak Mağazası’nın sahibi Hafız Aşir Bey’le beraber yaptıkları denemelerde çok içkili olduğu için plaklar zar zor doldurulsa da yine de basılıp piyasaya verildiler. Bu plakların sayısı çok sonradan Azâb-ı Mukaddes (1949) kitabının ön sözünde belirttiğine göre yüze yakındır. Bu zamanlarda saray çevresinde bile davet edilen, köşk, yalı ve konaklara çağrılan meşhur bir neyzen olmuştu.

Şehzadebaşı ve Sirkeci meyhânelerindeki toplantılarda II. Abdülhamid idaresine karşı pervasızca sözler sarfetmesi neticesinde takibata uğradı ve bu yüzden çevresini kaybederek yalnız kaldı. Bu konuşmalar yüzünden bir gün Ziya Şakir tarafından jurnallenerek gözaltına alındı ve daha önce otuz beş kere jurnallendiğini de öğrendiği sıkı bir sorgulamadan geçirildi, on beş gün sonra salındı. İstanbul’da baskının iyice artmasının sonucunda Şair Eşref ile beraber 13 Ocak 1902 Perşembe günü “Mesajeri” vapuru ile Mısır’a gitti. Özbekiye Saz Bahçesi’nde plaklar doldurdu. Alkolün etkisiyle bir buluşma esnasında tabancasını ateşlemesi ve duruşma esnasında da yargıca “Haksızlık yapıyorsunuz.” demesi yüzünden altı ay hapse mahkûm oldu ama itiraz ederek bir buçuk ay sonra özgürlüğüne kavuşup iki ay kadar Feride adında Lübnanlı bir kadınla yaşadı. Bu sıralarda, ilk önce İstanbul Kıraathanesi’nde okuduğu Abdülhamid’in Ağzından Bir Nutk-ı Hümâyun hicvi yüzünden tutuklanmak istense de çevresi sayesinde kurtulmayı başardı fakat daha sonra Türk Aydınlarının Mısır Hidivi Hakkındaki Düşünceleridir başlıklı yazısı gazetelerde yayımlanınca kesinlikle tutuklanması hakkında karar verildi. Bu yüzden sığındığı Bektaşi “Kaygusuz Sultan” Tekkesinde bir süre kaldıktan sonra meşrutiyetin tekrar ilanıyla beraber İzmir’e döndü.

II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine (1908) İstanbul’a dönüşünde tekrar Âkif’in yanına geldi. 1910’da Cemile Hanım’la evlendi, ancak kızı Leman üç aylıkken ondan ayrıldı. Herhangi bir işte çalışmadı. Âkif’i görmek için ikinci defa Mısır’a gitti (1929). Dönüşünde İstanbul Belediye Konservatuvarında görevlendirildi (1930). Bu arada hastalığı ve içkiye olan düşkünlüğü sebebiyle birkaç defa akıl hastahanesinde tedavi gördü. 1951’de çevrilen bir filmde oynadığı önemli rolüyle epeyce başarılı bulundu. Yakalandığı bronşitten kurtulamayarak 29 Ocak 1953’te vefat etti.

Şiirlerinde Bodrum’da dinlediği halk şairlerinin, Şair Eşref’in ve Mehmed Âkif’in etkileri görülmektedir. Hiciv şiirlerinde yer alan kaba saba ve açık saçık sözleri umursamaz hayat tarzına bağlamak gerekir. Mizahla düşünceyi birleştiren ince, alaylı şiirleri de çoktur. Bu yönleriyle eski tarz şiirle yeni şiir arasında kalmış, fakat daha çok eskiyi hatırlatacak ifadelere yer vermiştir. Yer yer hece ve daha çok aruz veznini kullanmıştır. Medrese kültürünün ve tekke muhitinin tesiriyle şiir dili oldukça eskidir. Nükteleriyle birlikte kalendermeşrepliği, alaycılığı, haktan ve halktan yana oluşu onun halk tarafından sevilip tanınmasını sağlamıştır.

Şiir Kitapları

• Hiç (1919)
• Azab-ı Mukaddes (1949)

Besteleri

• Nihavent Saz Semaisi
• Şehnazbuselik Saz Semaisi
• Taksimler (Taş Plak)

Fıkraları

• Padişahçılık
• Hamam Sefası
• Edep
• Kırk Yıllık Ölü

Hakkında Yazılan

• Hâlikarnaslı Bohemi Neyzen Tevfik Külliyatı (Şevki Koca ve Murat Açış)